Bismillahrrahmanirrahim
Bizlere sınırsız nimetler veren, verdiği nimetlerin farkında olmamız için bize kitap ve bu kitabı açıklayan elçisini gönderen, alemlerin Rabbi, meliki ve sahibi olan Allah (ac)’a hamdolsun.
Bizlere Rabbimizin mesajını getiren ve hayatıyla bize en güzel örnek olan Peygamberimize salat ve selam olsun. Hatırlayacağınız üzere en son yazımızda Peygamber efendimiz (sav)’in nesebinden, dedesi Abdulmuttalib’in başından geçen iki önemli meseleden (fil vakası ve zemzem kuyusunun bulunması) çocukluğunda katıldığı Şam seferinden katıldığı Ficar harbinden 20 yaşlarında iken katıldığı faziletliler anlaşmasından (hilful fudul) ve son olarak da hazreti Hatice annemizle tanışmasından da evlenmesinden bahsetmiştik.
Rabbimiz nasip ederse bu yazımızdan Kâbe’nin yeniden inşası ve hakem meselesinden, peygamberlik görevi verilmeden önceki genel durumdan ve Allah (ac)’ın Peygamberimizi kendisine verilecek olan bu şerefli vazifeye hazırladığı süreçten ve son olarak Mekke’deki Nur Dağı’ndan ve bu dağda bulunan Hira mağarasında Cebrail’in Peygamberimize getirdiği vahiyden bahsedeceğiz.
Kâbe’nin inşası ve Hakem meselesi
Peygamberimiz (sav) 35 yaşındayken Kureyşliler Kâbe’yi yeniden inşa etmek için bir araya geldiler. Zaman içerisinde yıpranmış olan Kâbe Peygamberimiz (sav) 35 yaşlarındayken de büyük bir sel felaketine maruz kalmış ve yıkılmaya yüz tutmuştu. Bu sebeple tamirat, tadilat gerekiyordu, fakat Kureyşliler tadilat yapmak için Kâbe’yi yıkmaya cesaret edemiyorlardı. Geçmişte yaşanan Fil vakası Kureyş ve bütün Araplar arasında sürekli gündem oluyor Kâbe’yi yıkmak isteyenlerin başına gelmiş olan helak onları korkutuyor ve geri tutuyordu. Öncelikle Kureyş’in öncülerinden olan Velid bin Muğire yıkım için başlangıca cesaret etmiş ve ona bir şey olmadığını gören Kureyşliler hep birlikte Kâbe’nin onarım ve tadilatına başlamışlardı.
Yıkıma Hz. İbrahim (as)’in yaptığı temele kadar devam ettiler sonra binayı tekrar yapmaya başladılar.
Allah (ac)’a şirk koşan bir topluluk olmalarına rağmen aralarında bu yapım işine haram para kullanmamak üzere ittifak ettiler.Özellikle faiz parası, fuhuş parası veya haksızlıkla elde edilen paraları bu işte kullanmamak yalnızca helal kazançlarıyla Kâbe’yi inşa etmek üzere anlaştılar ve inşaya başladılar.
Bu durum bizim yaşadığımız toplum da dahil olmak üzere bütün şirk toplumlarında görülmektedir. İnsanlar kendilerini yaratan sınırsız rızıklarla donatan, kendilerine sağlık, eş, çocuk gibi birçok nimeti karşılıksız veren Allah (ac)’ın hakkını gözetmezler. Bu Hakkı Allah ile beraber bazı kişilere, kurumlara veya bazı varlıklara verirler, ama kendi aralarındaki hak ve hukuklarda çok hassas davranırlar. Elbette kendi aramızdaki hak- hukuka riayet etmeliyiz.
Ama asıl olan bizi yaratan, yaşatan ve zamanı geldiğinde öldürüp hesaba çekilecek olan Rabbimizin hakkını yalnız ona has kılmak, başkasına vermemektir. Allah (ac)’a ait bir hakkı, bir vasfı, bir fiili veya bir sıfatı Allah (ac) ile beraber başkasına vermek şirktir. Ve Rabbimizin en büyük zulüm olarak adlandırdığı bu günahı yani şirki işleyenlerin asla affedilmeyeceğini ve bu dünya hayatında yaptığı bütün iyiliklerin, amellerin boşa gideceğini bizlere Zümer suresi 65 ayette bildirmiştir.
Rabbimiz buyurdu ki;
Andolsun ki sana ve senden önceki (Resullere): “Şayet şirk koşarsan bütün amellerin boşa gider ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olursun.” diye vahyedildi. (Zümer suresi 65 ayet)
Konumuza dönecek olursak Kureyşliler iş taksimi yaparak her kabileye Kâbe’nin bir bölümünü verdiler
ve bina Hacer-ül Esved (Hz. İbrahim as) tarafından tavafın başlangıç noktası belirlemek için Kâbe’nin Güneydoğu köşesine yerleştirilen taş taşının yerleştirilme aşamasına kadar geldi. Bu taşı yerine koyma şerefi hangi kabileye ait olacak diyerek ihtilaf ettiler. Tartışmalar yoğunlaşarak devam etti ve 4-5 gün sonunda Ebu Ümeyye bin el Muğire Kureyşlilerin aralarındaki bu anlaşmazlığı çözmek için bir teklif sundu. Kureyşliler tarafından kabul edilen bu teklife göre Mescid-i Haram’a ilk giren kişi hakem olacak ve onun vereceği karara uyulacaktı.
Allah(ac) bu kişinin Hz. Muhammed (sav) olmasını takdir etti ve Kureyşliler Peygamberimizi (sav) görünce çok sevindiler çünkü o herkesin sevdiği ve güvendiği emin olan Muhammed (sav) idi. Peygamberimiz Kureyşlilerin arasındaki bu ihtilafı çözmek için bir örtü istedi ve Hacerul Evsedi örtünün üzerine koydu. Bütün kabileler örtüyü birlikte tutarak kaldırdılar Hacerul Esved konulacak yere kadar getirilince Peygamberimiz (sav) onu alarak yerine yerleştirdi. Bu olayla Allah (ac) Mekkelilere Peygamberimizin(sav) daha peygamber olmadan öncesinde de emin ve sorunları çözecek güvenilir bir kişi olduğunu göstermiş oldu
Peygamberlikten önceki Genel durum ve Resulullah’ın Ahlakı
Peygamberimiz (sav) kendisine nübüvvet gelmeden önce bulunduğu Mekke toplumu içerisinde şahsiyet olarak çok üstün meziyetlere sahip tertemiz ve saf (fıtrata uygun) bir ahlaka sahipti. Toplumda yaşanılan hurafeleri görüyor ve hemen onlardan uzaklaşıyordu. Toplumda insanların faydasına olan güzel davranışlara katılıyor geri kalan zamanlarında yalnızlığı tercih ediyordu. Toplumun genel yaşantısında içki, kumar, putlara yönelme veya çeşitli batıl merasimler çok yaygınlaşmışken Efendimiz (sav) ilk gençlik yıllarından itibaren bu yaşananlara asla yönelmemekle beraber bunlardan nefret eden buğz eden bir hayat yaşıyordu.
Tabii ki kalplerin sahibi olan Allah elçisini bu tür ortamlardan koruyor, muhafaza ediyor ve bu tür dünyalık hoş olmayan adet veya geleneklere yönelmesine engel oluyordu. Kâbe’nin yeniden inşası sırasında Peygamberimiz (sav) ve amcası Abbas (ra) taş taşımakta iken Peygamberimizin örtüsü açılmış ve bayılıp yere düşmüştü, ayılınca hemen üstünü örtmüş ve bu olaydan sonra örtüsünün hiç açılmadığı nakledilmiştir.
İbnü’l Esir’de geçen bir rivayette Peygamberimizin (sav) gençlerin eğlencesine gitme teşebbüsünün eğlenceye yaklaştığında üzerine uyku hali çökmesi suretiyle bu eğlenceye gitmesinin engellendiğinden bahsedilir ve peygamberlik verilmeden önce de bu tür eğlencelere hiç katılmadığından bahsedilmiştir (Hâkim Zehebi) Peygamberimizin (sav) kendisine nübüvvet gelmeden önce El Emin lakabını alması toplum içerisinden ne kadar iyilik yapan ahde vefa gösteren emanete sahip çıkan iffet ve ikram sahibi birisi olduğunun en açık göstergesidir
Peygamberlikten önce yalnızlığın sevdirilmesi ve Hira mağarası
Resulullah’ın yaşı 40’a yaklaşınca kendisine yalnızlık sevdirilmiş her şeyden uzaklaşma isteği yoğunlaşmıştı. Suyunu ve azığını alır, Mekke’nin kuzeyinde Mekke’ye yaklaşık 3,2 km uzaklıkta bulunan Nur Dağı’ndaki Hira mağarasına giderdi. Bu mağara 160 santimetre boyunda 70 cm genişliğinde bir mağaraydı. Allah Resulü (sav) bu mağarada bazen 10 gün bazen daha fazla süre inzivaya çekilir ve tefekkür ederdi.
Bilmiyorum aramızda bir geceyi dağda tek başına geçiren bir kimse var mı? şunu söyleyebilirim ki; yalnızlık ve tefekkür her bir Müslüman için çok gereklidir. Belki bir geceyi bir dağda veya bir mağarada geçirme gibi bir imkânımız olmayabilir, ama en azından evlerimizde tefekkür etme gibi bir imkana sahibiz.
Evlerimizde tüm gece boyu olmasa da tefekkür etmek için bazen yalnız kalmamız gerekir bu kişisel muhasebe yapmak adına çok önemlidir. Kişisel ve toplumsal yozlaşmaların Allah’a uzak bir yaşantıyla meydana geldiğini ancak tefekkür ile fark edebiliriz. Önce kendi nefsime sonra da siz okuyucu kardeşlerime nasihatimdir; eğer yapabiliyorsak her gün bu mümkün değilse her hafta bunu da yapamıyorsak ayda bir kez insanlardan ve teknolojiden uzak durarak kendimizi muhasebe etmemiz gerekir. Hiç olmazsa birkaç saat veya birkaç dakika kendi nefsimiz ve toplumumuz hakkında düşünmek tefekkür etmek bizi Rabbimize daha fazla yakınlaştıracaktır.
Şayet bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık dağın Allah korkusundan büzülmüş ve paramparça olduğunu görürdüm insanlar düşünsünler tefekkür etsinler diye onlara bu örnekleri veririz. (Haşr suresi 21. Ayet)
Rabbimizin yukarıdaki ayette buyurduğu gibi, insan niçin yaratıldığını, kulluk vazifesini, ne yapması gerektiğini, nelerden kaçınması gerektiğini, ancak ve ancak güzel bir tefekkürle ve nefis muhasebesi ile anlayabilir. Resulullah (sav), Hira mağarasındaki tefekkürü ile, yaşadığı toplumdaki eksiklikleri, yanlış, batıl inanışları, Allah’a verilmesi gereken bazı hakları, o toplumun insanlara, bazı nesnelere veya putlara verdiklerini anlıyor ve anladıkça toplumdan uzaklaşıyor, yalnızlığı seviyordu.
Resulullah’ın (sav) Nebilliğinin başlangıcı
Kırk yaşına geldiğinde, Resulullah (sav)’in hayatında, peygamberlik alametleri görülmeye başladı. Bu peygamberlik alametlerinden ilki Rüya-yı Sadıka idi. Gördüğü her rüya apaçık bir şekilde gerçekleşiyordu. Bu süreç tam 6 ay devam etti, 6 ay devam eden rüyayı Sadıka süresi de 23 yıllık peygamberliğinden sayılmıştır.
Bu 6 aylık sürenin sonunda Hira mağarasında yalnızlığın üçüncü yılında Allah (ac) Peygamber efendimize (sav) peygamberlik vermeyi diledi ve ona vahiy geldi. Vahyin ilk inişini Hz. Aişe şöyle anlatıyor
“Resulullah’a ilk vahiy rüyayı Sadıka ile gelmeye başladı. Gördüğü her rüya aydınlık berrak bir şekilde çıkıyordu. Yalnızlık ona sevdirildi, nihayet Hira’dayken Melek geldi ve ona, oku! dedi Resulullah ben okuma bilmem deyince, Onu aldı ve sımsıkı sıktı ve tekrar, oku! dedi. Resulullah yine ben okuma bilmem, deyince Melek onu aldı daha fazla sıktı ve bıraktı. Daha sonra şu ayetleri okudu;
“Yaratan Rabbinin adıyla oku, o insanı bir kan pıhtısından yarattı, oku Rabbin kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren en büyük Kerem sahibidir.” (Alak suresi 1-5)
Bunun üzerine Resulullah (sav) kalbi titreyerek evine döndü. Hatice binti Huveyli’din yanına geldi ve:
– Beni örtün, beni örtün dedi.
Hatice (ra) Resulullah (sav) ‘ın üstünü örttü. Resulullah (sav) titremesi geçince başından geçenleri Hatice (ra)’a anlatarak yaşadıklarından dolayı çok korktuğunu söyledi.
Hz. Hatice Annemiz (Rabbim ondan razı olsun) tarihe geçen ve her bir ablamız, bacımız, eşimiz veya annemiz için örnek olacak şu sözlerle Peygamberimizi (sav) teskin etmiştir.
-Asla! Allah’a yemin olsun ki; Allah seni rezil etmeyecektir. Çünkü sen akrabayı gözetirsin, güçsüzün elinden tutar, yoksula yardım edersin. Misafire ikram edersin, diyerek Peygamberimizi (sav) teskin etmiştir. Hatice (ra) annemizin bu davranışı her bir kadın için büyük ibretler, büyük dersler içermektedir. Rabbim kadınlarımızı Hz. Hatice annemizin ahlakı ile ahlaklandırsın. Hatice annemiz bir kadın olarak, bir eş olarak, peygamber Efendimizi o zor anında, o sıkıntılı zamanında Anne şefkatiyle, merhametiyle eşinin sıkıntısını gidermeye çalışmıştır.
Resulullah (sav) ‘ın sıkıntısını çözme adına onu ilim sahibi olan amcasının oğlu olan Varaka bin Nevfel’e götürerek
- O ilimli birisidir onun nasihatini dinleyelim dedi. Varaka bin Nevfel Resulullah’ın (sav) başından geçenleri dinledikten sonra;
- Bu Hz. Musa’ya inen namustur. (Cibril’dir) Dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti;
- Keşke genç olsaydım da kavmin senin yurdundan çıkarırken senin yanında olsaydım. Varaka bin Nevfel’in bu sözlerine çok şaşıran Resulullah (sav);
- Yoksa onlar beni yurdumdan mı çıkaracaklar dedi. Varaka bin Nevfel de;
- Evet senin getirdiğin bu davayı getiren herkes yurdundan çıkarılmış ve onlara düşmanlık yapılmıştır.
Diye cevap vermiştir. Bu olaydan kısa bir süre sonra Varaka bin Nevfel vefat etmiştir (Buhari Müslim)
İlk vahiyden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir
Özellikle ilk vahiy ile ilgili olarak şöyle bir değerlendirmenin yapılması her birimiz için hayır olacaktır. İlk vahiyle birlikte yeni bir süreç başlamıştır. Peygamberimiz (sav) bu vahiy ile muhatap olduktan sonra, Sonraki hayatı önceki hayatından çok farklı olmuştur. Bizler de kendi hayatımıza bu ilk vahiy sürecini uygulamalıyız. Kur’an bizim üzerimize iniyor gibi hayatımızı düzenlemeliyiz. Daha önceki yazılarımızdan da hatırlayacak olursak; o dönemdeki Mekke cahiliyesinin yaşantısı ile günümüzde bizim toplumumuzun yaşantısı birbirinden çok farklı değildi. Vahiy o toplumun hayatını nasıl değiştirmiş, düzenlemişse; Günümüzde de Kur’an’ın hayatlarımızı değiştirmesi, düzenlemesi gerekir. Rabbimizin Alak suresindeki ayetlerde buyurduğu gibi, yaratan rabbimizi tanımak, anlamak, ona kul olmanın büyük bir İzzet, büyük bir şeref olduğunun farkına varmamız gerekir. Rabbim bu bilinç de olmayı bizlere kolaylaştırsın.
Yazımızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah (ac)’a hamd etmektir. Rabbimize duamız; bizleri kulluğu Kur’an ve sünnete göre anlayan ve ona göre yaşayan kullarından eylemesidir. Rabbim bizleri Allah’a kulluk yapmayı, Allah’ın davasını yüceltmeyi, yaşamayı ve anlatmayı dert edinen insanlardan kılsın.
Bir sonraki yazınızda görüşmek dileğiyle Allah’a emanet olun
Asrı Saadet Dergisi 4. Sayı 2025
İbrahim Arslan