Bismillahrrahmanirrahim
İnsanoğlunun hayatının başından sonuna kadar insan olmasının bir gereği olarak bazı ahlaki ve edep ilkelerine dikkat etmesi, daha kaliteli bir yaşam için kaçınılmazdır. Bu çalışmamda insanlar arasındaki hak ve hukukların korunması, daha seviyeli bir toplum inşaası için genel adap ve ahlak kurallarından bahsetmeyi amaç edindim. İlk olarak “İnsanın Rabbine karşı adabı nasıl olmalıdır?” Konusu üzerinde durmak istedim. Çünkü yaptığım araştırma ve gözlemler neticesinde şuna kani oldum: Allah ile bağı kuvvetli olanın insanlarla da bağı ve ilişkisi daha kuvvetli daha kaliteli olmaktadır. Rabbine karşı sorumluluklarını bilip, buna uygun olarak edep ve haya ile hareket edenlerin maneviyatında daha fazla kalite gözden kaçmamakta. Böyle insanlar huzuru ve saadeti elde edip, sağlıklı bir ruh haline ve sağlıklı bir psikolojiye sahip olunca insanlarla ilişkilerinde kalite elde edebiliyorlar.
Bunun tam zıddı olarak, Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getiremiyor hissiyatı insanda manevi bir boşluk ve suçluluk psikolojisi oluşturur. Bu durum ise daha fazla hatalara sebep olur. Örnek olarak şunu söyleyebilirim: Namazlarını beş vakti tam ve güzel bir huşu ile kılanlar mutmain olur, sekinet ve vakarı yaşarlar. Bu hal onun insanlarla olan bütün ilişkilerine yansır. Ancak namazı bazen beş, bazen dört, bazen üç vakit kılanlar, suçluluk hissederler. Bu durum ise onları genel olarak daha büyük hatalara, daha büyük ihlallere aynı zamanda insanlarında hakkını gözetmemeye sebep olabilir.
Neden İlk Olarak Allah’a Karşı Adap?
İlk olarak başlamamızın sebebi; hiç şüphesiz kendisine karşı en fazla edepli olmamız, en fazla hayalı olmamız gereken yegâne varlık alemlerin Rabbi olan Allah (Azze ve Celle)’dir. O ki bizim Rabbimizdir. Bizleri yaratan, izzetli ve şerefli kılandır. O Allah ki; bizleri her türlü nimetler ile donatandır. O Allah ki; bizlere sağlık-afiyet, hayırlı eşler, çocuklar ve güzel rızıklar verendir. O Allah ki; bizim tek İlahımızdır, tek Rabbimiz, tek Mabudumuzdur. Sayamayacağımız nice nimetleri ancak O bize verdi. Bütün bunlardan ve daha fazlasından dolayı her Müslümanın hatta her insanın fert olarak dikkat etmesi gereken bir adap kuralı; “Allah (Azze ve Celle)’ye karşı nasıl bir adaba sahip olmasıdır.”
Allah’a karşı olması gereken adabın bilinmesi, diğer insanlara, akrabaya, komşuya, misafire hatta anne-babaya, Kur’an’ı Kerim’e karşı olması gereken adap ilkelerinden önceliklidir.
Allah (Azze ve Celle)’ye karşı adap nedir? Nasıl Olmalıdır?
Müslüman olan veya olmayan insanların Allah’a karşı nasıl bir adaba sahip olmaları gerekir? Gibi bazı meselelere değineceğim.
Rabbimize karşı nasıl bir adaba sahip olmalıyız, konusunu iki başlıkta ele almak istiyorum.
1-) Allah’ı birlemek ve O’na hiçbir şeyi ortak kılmamak.
2-) Allah’tan utanıp, haya etmek.
1-) Allah’ı Birlemek O’na Hiçbir şeyi Ortak Koşmamak
Şayet Allah (Azze ve Celle)’ye; edepli bir şekilde, hayalı bir şekilde yakınlaşmak istiyorsak; birinci olarak dikkat etmemiz gereken, birinci olarak hayatımızda uygulamamız gereken, en önemli konu: Şartlar ne olursa olsun hiçbir şekilde Allah (Azze ve Celle)’ye şirk koşmamaktır. Bu konu yeryüzüne gelmiş olan bütün insanların takınmaları gereken adap türlerinden birincisidir.
Ne yazık ki yeryüzünde birçok insan Allah’a karşı sahip olması gereken adaba, sorumluluğa dikkat etmiyorlar. İnsanlar, Allah ile beraber başka ilahlar edinmişler ama farkında değiller. Maalesef bizler gerek günümüzde gerekse daha önceki ümmetlere baktığımız zaman genel anlamda insanların Allah (Azze ve Celle)’nin varlığını kabul etmeleriyle beraber Allah (Azze ve Celle)’ye şirk koştukları manzaralara şahit oluyoruz.
Tarih boyunca insanların çoğu Allah (Azze ve Celle)’nin varlığına inanmalarına rağmen, Allah (Azze ve Celle)’nin Rızık veren olduğunu bilmelerine rağmen, yaratıcı olduğunu bilmelerine rağmen Allah (Azze ve Celle)’yi hakkıyla takdir edemediler. Allah (Azze ve Celle) ile beraber başka ilahlar edindiler. Bundan dolayı şirke düştüler. Bunun en büyük sebebi ise insanlar La İlahe İllallah derken söylediklerinin ne anlama geldiğini bilmediler, bunu düşünmediler, bunu tefekkür etmediler ve akıllarını kullanarak bunun gereğini yerine getirmediler. Bu insanlar: Allah (Azze ve Celle) var dediler. Ama Allah’ın dışında edindikleri ilahlara dua ettiler. Bu insanlar: Allah (Azze ve Celle) var dediler. Ancak Allah’ın dışında edindikleri ilahlara, ibadetlerini takdim ettiler. Bu insanlar: Allah (Azze ve Celle) var dediler. Ama Allah’ın dışında edindikleri ilahlardan, yardım istediler. Yardım beklediler. İşte, tarih boyunca insanlar bu vesilelerle şirke düştüler.
Bu konunun daha iyi anlaşılabilir olması için, Mekke vakıasından çok fazla örnekler vermemizin; çok sık bahsetmemizin elbette ki sebepleri vardır. Bizler bu sebepleri kısaca şöyle sıralayabiliriz;
a-) Allah (Azze ve Celle) Kur’an-ı Mekkelilere göndermişti.
b-) Allah (Azze ve Celle) Rasulü’nü toplumun içinden seçmiş ve yine o topluma davetçi olarak göndermişti.
c-) Allah (Azze ve Celle) onları, müşrik olarak adlandırmıştı.
Bütün bunlarda bizim için alınması gereken ibretler, çıkarılması gereken dersler vardır.
Bahsetmiş olduğumuz Mekkeli müşrikler; normalde Allah (Azze ve Celle)’yi inkâr etmiyorlardı. Allah (Azze ve Celle)’nin İlah olduğunu da kabul ediyorlardı. Allah (Azze ve Celle)’yi Rızık veren olarak kabul edip, evrenin bütün işlerini yöneten olduğunu kabul ediyorlardı. Ancak söylediklerinin ne anlama geldiğini idrak etmiyorlardı. Ve bunun gerekleriyle amel de etmiyorlardı. İşte onları, şirke ve küfre düşüren de buydu. Allah (AC), Mekkeli müşriklerin, inançlarına yönelik kabul ettikleri bazı hususları, Kur’an da bizlere bildirmiştir.
Örneğin, Yunus suresi 31. Ayette Rabbimiz buyurdu ki;
De ki: “Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Kulakların ve gözlerin sahibi kimdir? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan? İşleri çekip çeviren/yöneten kimdir?”, “Allah’tır.” diyecekler. De ki: “Öyleyse korkup sakınmaz mısınız?”
(Yunus / 31)
Evet o insanlar, her şeyi sözde kabul etmişler: Ancak bu söylemlerinin gereği gibi inanmamışlardı.
Yaratıcı kimdir? Allah diyorlardı,
Rızık veren kimdir? Allah diyorlardı,
Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkartan kimdir? Allah diyorlardı, Kulakların ve gözlerin sahibi kimdir? Allah diyorlardı.
Peki bu insanlar; sorulan bu soruların hepsine, Allah (Azze ve Celle) şeklinde cevap vermelerine rağmen, bütün bunları kabul etmelerine rağmen, bunların dertleri neydi? Niçin Allah (Azze ve Celle)’ye şirk koştular? İşte; bu sorunun cevabı olarak da diyebiliriz ki; bu insanlar söylediklerinin gereğiyle amel etmediler, tefekkür etmediler, düşünmediler.
Yaratıcımız Allah (Azze ve Celle)’dir dedikten sonra artık bunun gereği nelerdir, ne yapmamız gerekiyor, bunu düşünmediler. Rızkımızı veren Allah (Azze ve Celle) ise; o halde bu rızkımızı, neden putlara veriyoruz? Neden kurbanlarımızı putlara kesiyoruz? Bunu idrak ederek çok basit bir tefekkür yapmadılar.
Evrenin bütün işlerini, Allah (Azze ve Celle)’nin yönlendirmesini kabul etmelerine rağmen, Allah (Azze ve Celle)’nin kanunları dışında kanunlar çıkararak, hem kendilerini yönettiler hem de insanlara hükmettiler. İşte bütün bunları tefekkür etmediler, düşünmediler. Öyleyse: Bütün bunlardan sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; tefekkür çoğu zaman küfre düşmenin önünde bir engeldir.
Mekke toplumunun içinde; o insanlar gibi her şeyi kabul eden: Ancak bununla beraber çok basit bir tefekkürle; olayları tefekkür ederek, Allah (Azze ve Celle)’ye şirk koşmayan bazı kimseler de vardı. Bunlardan bir tanesi de; Zeyd ibni Amr ibni Nufeyl adında bir gençti.
Zeyd ibni Amr ibni Nufeyl, o dönem Mekke de yaşayan ve Allah’a şirk koşmayan muvahhid bir kimseydi. Onu müşriklerden ayıran en büyük özelliği ise; söylediklerinin farkında olması ve söylediklerinin gereğini yerine getirmesiydi.
Zeyd ibni Amr ibni Nufeyl o dönemde insanların, Allah’a inandıklarını söylemelerine rağmen koyunlarını ve kuzularını putlarına kurban ettiklerini görünce, onlara şöyle diyordu:
-Ey Müşrikler! Vallahi ben sizin içinizden benden başka İbrahim’in milleti üzere olan kimseyi görmüyorum. Allah gökten yağmuru yağdırıyor, yerden otu bitiriyor. Bu koyunlar bunları yiyip bundan besleniyorlar, sonra da siz bu koyunları alıp götürüp putlarınıza kesiyorsunuz.
Bu, çok basit bir tefekkürle, ulaşılmış bir sonuçtur. Bu, düşünen insanlarla, düşünmeyen insanlar arasındaki farktır. O gün o insanlar bunu düşünmediler. O gün putlara kurban kesenlere: Yunus suresi 31. Ayetinde olduğu gibi sorulsaydı. Acaba onlar nasıl cevap verirlerdi?
Yerden otu bitiren kimdir? Allah’tır diyeceklerdi,
Gökten yağmuru yağdıran kimdir? Allah’tır diyeceklerdi,
bu koyunları bu kuzuları veren kimdir? Allah’tır diyeceklerdi.
O halde niçin bu koyunları, bu kuzuları putlara kesiyorsunuz?
Bu insanlar bunu düşünmedikleri için, Allah’a şirk koştular. Sözlerinin gerekleri kalplerine tam olarak geçmediği için Allah’a şirk koştular. Bu insanlardan çok sık bahsetmemizin, bu insanlardan örnek vermemizin elbette bir sebebi var. Bunun sebebi; günümüzdeki insanlar da bugün aynı durumdadırlar.
Günümüzdeki insanlara da;
Yaratıcı kimdir diye sorulduğunda; Allah diyorlar,
Rızık veren kimdir diye sorulduğunda; Allah diyorlar,
Evrenin işlerini kim yönetiyor diye sorulduğunda; Allah diyorlar,
Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor diye sorulduğunda; Allah diyorlar.
Bütün bunları kabul ettikten sonra, bu insanların da Allah (Azze ve Celle)’yi birlemeleri, O’na ortak koşmamaları gerekmiyor muydu? Günümüz insanlarının da tıpkı Mekke’de ki o insanlar gibi aklını kullanamıyor olmalarıdır. Bu insanlar tefekkürden yoksundurlar. Bu insanların akılları var gibidir ama akıllarını kullanmıyorlar. Olaylar üzerinde, söylemleri ve fiilleri üzerinde tefekkür etmedikleri için, günümüz insanları da farklı farklı vesileler ile Allah’a şirk koşmaktadırlar.
Siyer de Mekke döneminden bahsedilirken, onların belirgin bazı fiilleri anlatılır. Onlar puta gider, ondan yardım isterlerdi. Kurbanlarını putlarına keserlerdi. Allah (Azze ve Celle)’nin kanunları dışında başka kanunlar çıkararak, onunla tahakküm ederlerdi. Allah’ın dışında başka şeylerden yardım-medet umarlardı. Putların önünde Allah’ın huzurunda durur gibi dururlardı.
Peki aynı şeyler günümüzde yok mu? Vallahi aynı şeyler arttırılmış olarak günümüzde de vardır. Bunlar Müslümanız diyen, bununla övünen, ancak Allah (Azze ve Celle)’ye karşı sahip olunması gereken adaba ve ahlaka sahip olmayan insanlardır.
Bunlar Allah vardır, O görendir, bilendir, işitendir, yardım edendir demelerine rağmen; başı sıkıştıklarında, dara düştüklerinde, bir ihtiyaçları olduklarında Allah’a dua etmeleri gerekirken, Allah’tan yardım istemeleri gerekirken hemen soluğu bir türbede aldıklarını görürsünüz.
Taştan, topraktan, bezden ya da bir ağaçtan medet umarak Allah’a şirk koştuklarına şahit olursunuz. Bunların sebebi ise insanların tefekkür etmemesi, aklını kullanmamasıdır.
İnsanlar ancak tefekkür ettiklerinde bazı meseleler üzerinde düşünebilirler. Ancak düşünerek Hakkı ve Batılı birbirinden ayırt edebilirler. Dolayısıyla tefekkür, insanların hidayete ermesi ve hidayet üzerinde kalabilmesinin en büyük sebebidir. Mekkeli Müşrikler; düşünmedikleri için, tefekkür etmedikleri için şirke ve küfre bulaştılar. Günümüzde ki insanlarda, tefekkür etmedikleri için, düşünmedikleri için tıpkı Mekkeli Müşrikler gibi şirke ve küfre bulanıyorlar.
Şunu unutmamamız gerekir ki; yolumuzda fark etmediğimiz, göremediğimiz ya da görmek istemediğimiz haramiler var. Bu haramiler bizden birçok şeyimizi çaldılar ama biz hala bunların farkında değiliz.
Bu haramiler:
1-Aklımızdan çaldılar
2-Düşünebilme yeteneğimizden çaldılar
3-Ahlakımızdan çaldılar
4-Dinimizden çaldılar
1-Aklımızdan Çaldılar
Batıl sistem ve ideolojileri bizim aklımızla öyle bir oynadılar ki; aklımızı sadece onların istediği yerlerde, sadece onların istediği alanlarda kullanıyoruz. Artık olaylara ve meselelere ferasetle ve basiretle bakan, olayları güzel bir şekilde fehmeden, yorumlayan kardeşlerimiz yoktur. Neden? Çünkü; medya ve benzeri ağlarla bizim aklımızla oynadılar. Ve ne yazık ki, bizde bunlar karşısında aldanmış durumdayız.
2-Düşünebilme Yeteneğimizden Çaldılar
Bugün, yeryüzünde Müslüman olduğunu iddia edip, Allah’a şirk koşan insanların, yaptığı fiilleri düşünme, yaptığı fiilleri tefekkür etme gibi bir dertleri kalmamış. Zaman darlığından dert yanan, zamanım yok diyen insanlar; gününün 10-12 saatini çalışan, gününün 10-12 saatini uyuyan ve geri kalan 3-4 saatlik bölümünü de TV seyrederek, internette sanal alemde dolaşarak geçiren bu kimselerin, elbette düşünmeye zamanları olmaz.
Türkiye vakıasında, şöyle son 10-12 yılımızı ele alacak olursak; bu konu daha iyi anlaşılacaktır. Medya yoluyla bizleri öyle bir yere sürüklediler ki; bizlerin en değerli, en kıymetli yeteneği olan düşünebilme yeteneğimizi bizden aldılar. Ve bunun karşılığında, bize hiçbir şey vermediler. 2010 yılının başlarında: Medyanın, Suriye olaylarını ısrarla gündem yaptığını gördük. 2015 yılına kadar süren bu süreçte; medya, Suriye de gelişen olayları detaylı bir şekilde insanlara servis yaparak, insanların gündemini hep meşgul etti.
Bundan sonraki yıllarda da: Suriye’deki olayların yerini, darbe olayları ile ilgili yapılan haberler aldı. Bu şekilde medya zihinleri meşgul etmeye devam etti. Öyle ki; bu dönemlerde yaşanan cinayet olayları veya adli vakalar bile artık önemsiz, sıradan bir haber gibi ilgi görmüyordu. Bu şekilde yapılan haberlerle medya; insanların düşünme, tefekkür etme yeteneklerini kullanmasını engelleyerek, adeta köreltti.
İnsanların gündemini ısrarla meşgul ederek farklı alanlara sürüklediler. Onları farklı şeyleri düşünmekten alıkoydular. Çünkü; onların bir amacı vardı. Onlar, insanların düşünmesini, insanların bazı olaylar üzerinde tefekkür etmesini istemiyorlardı. Çünkü onlar için, insanların düşünmesi bir tehlikeydi. Düşünen insan, açıkları görürdü.
Düşünen insan, olayları sorgulardı. Bu da birilerinin koltuklarının yerinden oynamasına neden olacak, birilerinin çıkarlarına ters düşecekti. Bütün bunlardan dolayı, onlara göre insanlar düşünmemeliydi.
Daha sonraki dönemde; darbe olayları etkisini yitirince, bu defa Korona hastalığını gündem yaptılar. İnsanların gündemini yine meşgul ederek, insanları aldattılar. İnsanları hastalıkla korkuttular. Belli bir zaman sonrada gündemimizi, mafya adamlarının atmış olduğu videolar meşgul etmeye başladı. Müslümanlar bile bu videoları gündemlerine alarak bunun karşısında aldandılar.
Muhakkak ki Allah (Azze ve Celle), zaman zaman böyle kafiri kafire kırdırabilir. Ancak ne yazık ki Müslümanlar bu oyuna gelerek, bundan daha çok etkilendiler. Müslümanlar bu olayları gündemlerine aldılar, izledikleri bu videolarla zihinlerini meşgul ettiler. Sürekli ya bu konularla ilgili sorular sordular ya da bu meseleleri çok fazla takip ettiler. Delinin biri bir kuyuya taş atıyor, kırk tane akıllı diyebileceğimiz adam bunu yorumlamaya çalışıyor. Birisi çıkmış, videoda masanın üzerinde bir kitap var, bu şu anlama gelir. Arkadaki tablo şu anlama gelir. Şeklinde yorum yapıyor. Oysa ki bütün bunlar; Müslümanların gündemini değiştirmekten başka bir anlama gelmiyor.
Bazı feraset ve basiret ehli Müslümanlar, bu olayları takip etmelidirler. Böyle konularda sahip oldukları tecrübeleri, Müslümanlarla paylaşsınlar. Ama bunun dışındaki Müslümanlar, kendilerini bu gündeme kaptırmasınlar. Çok fazla bunlarla meşgul olmasınlar. Bunun yerine, sorumluluklarının bilincinde olsunlar. Allah (Azze ve Celle)’ye yönelsinler, Allah (Azze ve Celle)’nin ayetleri üzerine tefekkür etsinler.
3-Aklımızdan Çaldılar
Bugün yeryüzünde insanların geneli, ne yazık ki; medyanın insanlar için ölçüp biçtiği kadarıyla bir ahlak yapısına sahiptirler. Önceden doğu halkıyla batı halkı arasında farklar olurdu. Giyim ve kuşamları farklı olurdu. Ahlakları, anneye ve babaya itaatte ve onlara gösterilen saygıda farklılık olurdu. Misafir ağırlamada ve misafire ikramda her zaman bir fark olurdu. Ancak günümüzde, medya-TV ve internet aracılığıyla, öyle bir süreç oluştu ki, doğunun da batının da ahlakı bir oldu. Bunlar bizim ahlakımıza da çaldılar. Ne yazık ki, yeni yetişen nesil ahlak ilkelerini kaybeder bir şekilde, hayatlarını idame etmektedirler.
4-Dinimizden Çaldılar
Bugün, Müslüman olduğunu iddia eden insanların çoğu, medyadan aldıkları bir din anlayışına sahiptirler. Allah (Azze ve Celle)’ye karşı sahip olmaları gereken, Allah (Azze ve Celle)’ye karşı en fazla dikkat etmeleri gereken birçok hususa dikkat etmedikleri için Allah (Azze ve Celle)’ye şirk koşmaktadırlar. Bu insanlar belki de sabahtan akşama kadar La İlahe İllallah diyen kimselerdir. Ancak tefekkür etmiyorlar, Allah’ın kitabını okumuyor onu anlamaya çalışıp hayatlarına aktarmaya çalışmıyorlar. Dolayısıyla günümüzde, insanlar ne kadar da biz Müslümanız deseler bile, Allah (Azze ve Celle)’ye şirk koştuklarından dolayı şirk ve küfür bataklığına batmış durumdadırlar.
Oysa ki Allah (Azze ve Celle); bizleri sürekli tefekküre çağırmaktadır. Sizler Kur’an-ı Kerim’i baştan sona kadar okuduğunuzda göreceksiniz ki; birçok ayetin sonunda Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Umulur ki düşünürsünüz”
“Umulur ki tefekkür edersiniz”
“Umulur ki akledersiniz”
“Umulur ki sakınırsınız”
Bu minvalde gelen ayetlerin sayısı çoktur. Ama ne yazık ki bizler; Allah (Azze ve Celle)’nin kitabını okumuyor ve bu ayetler üzerinde de çok fazla tefekkür etmiyoruz. Sözlerimizi ve fiillerimizi tartmıyoruz.
Rabbimiz Kur’an da Al-i İmran suresinde buyurdu ki;
“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değiştirmesinde akıl sahipleri için (üzerinde düşünüp, bunları yapanın tek ilah olduğu, kulluğun sadece kendisine yapılması gerektiğine dair sonuçlar çıkaracakları) ayetler vardır.” (Ali İmran / 190)
Başka bir sure olan Kasas suresinde arka arkaya gelen iki ayette de Rabbimiz buyurdu ki;
De ki: “Görüşünüz nedir? (Söylesenize!) Allah Kıyamet Günü’ne kadar geceyi üzerinize sürekli kılsa Allah’tan başka hangi ilah size aydınlık getirebilir? Dinlemez misiniz?”
De ki: “Görüşünüz nedir? (Söylesenize!) Allah Kıyamet Günü’ne kadar gündüzü üzerinize sürekli kılsa Allah’tan başka hangi ilah içinde dinleneceğiniz geceyi size getirebilir? Görmez misiniz?” (Kasas / 71-72)
Allah (Azze ve Celle) sürekli bizden düşünmemizi, sürekli bizden tefekkür etmemizi istiyor. Tefekkür etmek, olayları düşünmek çoğu zaman küfre düşmeye engeldir. Allah (Azze ve Celle)’ye karşı sahip olunması gereken adabı, edebi ve ahlakı edinmek ancak tefekkürle mümkündür. Sizlere, günümüz müşriklerinin hayatlarında olan, çoğunuzun ya video olarak seyrettiği ya da bir başkasından duyduğu bir örnek vermek istiyorum.
Türkiye’de herkesin yakından tanıdığı, meşhur olan bir cemaat vardır. Tasavvuf ehlinden olan bu cemaatin, kendilerince Efendi hazretleri diye isimlendirdikleri bir de hocaları vardır. Bu zat belirli zamanlarda yaşadığı villanın balkonuna çıkarak, kadın ve erkeklerden oluşan kendi mensupları olan kalabalığa konuşmalar yapıyor. Yine bir gün, yapacağı bir konuşma öncesinde; bir adam balkona çıkarak o toplanan kalabalığa şöyle sesleniyor;
Birazdan Efendi hazretleri buraya çıkacak, 5 dakika boyunca yüzünüzü hiçbir tarafa çevirmeden ona bakın. Şayet böyle yaparsanız bu sizin için Allah’a yaptığınız 150 senelik ihlaslı amelden daha hayırlıdır.
Subhanallah!
Bu söz küfürdür. Günümüzde insanların Allah (Azze ve Celle)’ye nasıl şirk koştuklarına bakın. Bu da yaşanmış nice olaylar gibi yaşanmış gerçek bir olaydır. Bu sözü duyan biri de çıkıp demiyor ki;
Sen ne demek istedin? Sen nasıl bu kişinin huzurunda durmayı Allah (Azze ve Celle)’nin huzurunda durmaktan daha hayırlı görüyorsun? Bu şirktir demiyor.
Kullanılan cümlelerin doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu fark etmiyorlar. Bunu ayırt edemiyorlar. Neden? Çünkü; bu kullanılan cümlenin yanlışlığını ortaya çıkarabilecek şey düşünmektir, akledebilmektir, tefekkür edebilmektir. O kalabalığı oluşturan insanlar, aklını kullanmadıkları için tefekkür edemiyorlar. Bu söylenen sözleri değerlendiremiyorlar. Bu insanlar Allah (Azze ve Celle)’ye karşı sahip olmaları gereken adaba sahip olmuyorlar. Bu insanlar biz Müslümanız, La İlahe İllallah demelerine rağmen, bunların gereklerini yerine getirmiyorlar.
Bu insanların La İlahe İllallah’a dair bildikleri tek şey bunu söyleyen Müslüman olur demeleridir. Maalesef bu genel olarak günümüzde ki insanların da La İlahe İllallah’a dair bildikleri tek şeydir.
Oysa ki bu kelime mübarek bir kelimedir. Bu kelime; uğruna peygamberlerin gönderilmiş olduğu bir kelimedir. Resullerin ve Nebilerin gönderiliş amacı; bu kelimeyi ve bu kelimenin gereklerini insanlara açıklamaktır. Allah (Azze ve Celle) bu kelimeyi söyleyip anlayan, gereklerini hayatına aktaran kimseleri en alt dereceden almış, izzet ve şeref makamına yükseltmiştir. Bu kelime, günümüz insanlarının zannettikleri gibi basit bir kelime değildir. Bu kelime izzetli ve şereflidir.
Bu kelimeyi söyleyen bir kimsenin;
1-) Allah’ın dışında kanunlar çıkaran herkesi reddetmesi gerekiyor.
2-) İbadetlerini yalnızca Allah’a yapması gerekiyor.
3-) Dualarını sadece Allah’a yapması gerekiyor.
4-) Başı sıkıştığında ya da genişlik anında sadece Allah’tan yardım istemesi gerekiyor.
5-) Hastalandığında şifayı sadece Allah’tan beklemesi gerekiyor.
Kısacası bu kelimeyi söyleyen bir kimsenin, Allah’ın dışındaki bütün ilahları reddedip, ilah olarak sadece Allah’ı kabul etmeleri gerekir. Sadece Allah’ı birlemeleri gerekir. Dinlerini iyi bir şekilde araştırıp, bunu hayatlarına aktarmaları gerekir. Bu kelimeyi söyleyen bir kimsenin Tevhidin ve şirkin ne anlama geldiğini bilmesi gerekir. Bütün bunlar, insanların Allah’a karşı sahip olmaları gereken en önemli ve öncelikli adaptır.
Asrı Saadet Dergisi 2. Sayı 2024
Muhammed Ceyhan