Tıbbu İllet
ALLAH’ın selamı hidayete tabi olanların üzerine olsun.
Bir sağlık profesyoneli olarak sağlık alanına Müslüman bakış açısıyla bakıp sağlık ve hastalık hakkında edindiğimiz bilgileri sizlerle paylaşmaya çalışacağız inşallah. Bu ve bundan sonraki yazılarımızdaki amacımız; sağlık alanındaki bildiğimiz, peygamberimizden(sav) varit olan tedavi şekillerini konuşup, bunları konuşurken bizim sağlık alanında farkına varabildiğimiz imanımızı artıracak mucizevi meselelere değinmek olacaktır. Diğer taraftan insanlara sağlık diye anlatılan çoğu meselenin gerek diyet gerekse de ilaç olsun, ALLAH’ın izniyle bir taraftan onarıp diğer taraftan zarar veren, uzun süreli kullanımlarda insanlara sağlıktan çok zarar vereceğine ve sağlık alanında farkına varabildiğimiz oynanan oyunlar hakkındaki konulara parça parça değinmeye çalışacağız, inşallah.
Konumuza başlamadan önce her Müslümanın şeytanın ve yoldaşlarının oynamış olduğu şu oyunu görmesi lazım. Tağutların arkasında olan sözde üst akılı!! görüp, onların oyunlarının farkına varıp ona göre hareket etmesi gerekmektedir. Hangi açıdan hangi sisteme bakarsanız bakın ister ekonomi ister adalet veyahut sağlık ve diğer alanlara baktığımızda ve sonrasında biraz tefekkür ettiğimizde, o sözde üst aklın!! aslında insanların refahı ve iyiliği için değil sadece ama
sadece kendi çıkarları doğrultusunda ve bir gizlilik içerisinde olduklarını fehmederiz. Zaten gizlilik içerisinde olmazlarsa insanlar bu sistemi çözmüş olup bazılarının refahı için bu yapbozun bir parçası olmayı reddedip, bu kölelikten kurtulmanın yollarını aramaları kaçınılmazdır. Demek ki Müslümanın dışarıdan duyduğu veya okuduğu her bilgiyi sorgulaması ve doğrulaması gerekir.
Şimdi kendi alanımız olan sağlık alanına başlayabiliriz.
Usulümüz; yaygın olan hastalıklara öncelik verip yaygın olmayan hastalıklara doğru devam ederek hastalıklar hakkında bilgi vermek olacaktır. Ama bunlardan önce kısaca Müslümanın hastalığa bakış açısı nasıl olmalı, bu konu hakkında kısa bir giriş yapmak daha faydalı olacaktır, inşallah. Zira Müslümanın bu konuda da orta yollu olması gerekir. Sağlık alanında bizim öncelikli amacımız ALLAH’ın bizlere vermiş olduğu, kendisiyle hesaba çekileceğimiz emanetlerden bir tanesi olan ‘’sağlık’’ emanetine sahip çıkmaktır. Yoksa günümüzde Modern tıbbın peşinden koştuğu ‘hastalıkların kökünü kurutacağız’ gibi bir iddiamız bulunmamaktadır. Zira ALLAH bizleri hastalıkla sınayacağını Kuran’da bildiriyor;
Demek ki hastalıklardan tamamen kurtulabilmenin bir yolu yok. Yalnız, ALLAH’ın bizlere vermiş olduğu sağlık nimetini korumadaki amaçlarımızdan en önemlisi; sağlık vesilesiyle en güzel şekilde Rabbimize kulluk vazifesini yerine getirmek olmalıdır. Yoksa hastalık bizim için hayır mıdır? Şer midir? Allah’u Alim. Dünya odaklı bir bakış açısı hastalığın kişiyi bedensel ,ruhsal ve sosyal yönden olumsuz etkileyeceğinden dolayı şer olarak görürken dinimiz ise eğer kişi hastalık anında sabreder, kulluğuna devam ederse bunu onun için hayır olarak görmektedir.
Zira Hz. Muhammed (sav) buyuruyor ki; ‘’Yorgunluk, hastalık, keder, üzüntü, eziyet ve iç sıkıntısından, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslümanın başına gelen her şey sebebiyle Allah, onun günahlarını örter’’.(Buhari)
Mümin kişi hastalandığında, ölümü ve Allah’ın huzuruna çıkıp işlediği günahlardan dolayı hesaba çekileceğini hatırlar, bu sebeple yaptığı günahlara pişman olur ve bir daha onlara dönmemeye kesin karar verir. Ebu Davud’ da geçen bir hadiste Hz. Muhammed(sav); ‘Şüphesiz mümin hasta olur sonra ALLAH onu iyileştirirse hastalık, onun geçmiş günahlarına kefaret ve geleceği için öğüt olur.’ Buyuruyor.
Yine aynı şekilde başka bir hadiste peygamberimiz (sav): ‘Allah, kime hayır dilerse onu hastalıklara maruz bırakır.’ Buyuruyor.
Buhari de geçen diğer bir hadiste; ‘Bir hastalığa yakalanan Müslüman, çektiği acılar sebebiyle ağacın yapraklarını döktüğü gibi günahlarını döker.’
Aynı şekilde Müslim de geçen bir hadiste ise;’ Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre
Rasulullah (sav) Ümmü Sâib veya Ümmü Müseyyeb’in yanına geldi ve:
‘’Ey Ümmü Sâib veya Ümmü Müseyyeb! Niçin titriyorsun?’’ diye sordu. Ümmü Sâib: “Hummanın ALLAH hayrını vermesin!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sav): Hummaya sitem etme! Çünkü o, körüğün demirin kirini ve pasını giderdiği gibi insanoğlunun hata ve günahlarını giderir.’ Buyurdu
Bunun gibi örnekler çoğaltılabilir kısaca; ALLAH kulunu elbette sağlıkla ve hastalıkla da sınayacaktır ve sabredenlerin ise ecrini verecektir.
Yalnız bazı kesimlerin dediği gibi şunun anlaşılmaması lazım; hasta olup, tedavi yolunu aramamak, hastalıklarla birlikte yaşamak bizim için hayırdır bunun için bir önlem almamak lazım şifaya vesile olan yolları araştırmama gibi yanlış düşüncelere kapılmamamız lazım. Kutubi Sitte de geçen bir hadiste Bedeviler ; “Ey Allah’ın Resülü! Hastalandığımız zaman tedavi yollarını aramasak, bu günah mıdır?” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm; “Tedaviyi arayın ey ALLAH’ın kulları! Zira, Allahu Teâla verdiği her hastalığa şifa da vermiştir, bundan sadece ihtiyarlık hariçtir, (onun tedavisi yok)” buyurdular. Müslümanının bu konuda yapması gereken orta yollu olması, elinden geldiğince sağlık emanetine sahip çıkmaya çalışıp diğer taraftan başına gelen hastalıklara sabredip tedavi yollarını arayıp, tevekkül edip kulluk vazifesine devam etmesidir.
Buraya kadar olan kısım anlaşıldıktan sonra asıl konumuza başlayabiliriz. Modern Tıbbın yapmış olduğu hastalık tanımının biz ruhsal ve sosyal yönüne değinmeyeceğiz zira bunların tedavisi kişinin İslam’la olan bağına bağlıdır. Bizler sadece fiziksel hastalıklardan bahsedeceğiz, inşallah.
Hasta olduktan sonra şifaya vesile olabilecek tedavi yöntemlerine başvurmaktansa, kişinin hasta olmadan önce sağlığını bozabilecek şeylerden uzak durması, hastalıklara karşı tedbir alması yani koruyucu hekimlik yapması hem daha kolaydır hem de kişiyi fizyolojik ve psikolojik yönden yıpratmayacaktır. Bu yüzden esas amacımız hastalıklara karşı koruyucu hekimlik yapmak olacaktır. Bugünkü yazımızda ise koruyuculuk hekimliğin bir kısmına değineceğiz sonraki yazılarımızda da diğer kısımlarından bahsedeceğiz inşallah. Zira sağlıklı kalabilmek için en çok dikkat etmemiz gereken nokta sağlığın bozulmasına sebebiyet verecek olan şeylerden uzak durulmasıdır. Sağlığımızı devam ettirebilmek için ise kişinin öncelikle yemesine-içmesine dikkat edip dengeli beslenmesi ve zararlı yiyecek ve içeceklerden uzak durması gerekir. Yeme-içme kısmını biraz açmamız lazım çünkü neredeyse bütün hastalıkların temelinde ya haram veya zararlı olan gıdalarla beslenme ya da helal ve zararsız gıdalarla uygun olmayan bir şekilde aşırı şekilde tüketim vardır. Demek ki Müslüman ne yediğine ve ne kadar yediğine (miktarına) dikkat ederse, kişi farkında olmadan modern tıbbın kesin bir tedavi bulamadığı veya bulmadığı şeker hastalığı (DM), kalp hastalığı, tansiyon hastalığı, nörolojik hastalıklar, GİS hastalıkları (mide-bağırsak hastalıkları) Romatolojik hastalıklar veya kanser gibi diğer hastalıklara karşı yakalanma riskini ALLAH’ın izniyle çok fazla düşürebilir.
Yeme-içme bu kadar önemli miymiş? sorusunu sorduğunuzu duyar gibiyiz. Evet çok detaya girmeden bu konu hakkında ileride bahsedeceğiz inşallah. Öncelikle bizi yaratan Rabbimiz elbette ki bizim fizyolojimizi, metabolizmamızı en iyi bilendir. ALLAH’u Teala ‘’…..Temiz ve helal olan şeylerden yiyin; Salih amellerde bulunun…’’(Mü’minûn Suresi 51) buyuruyor.
Müslüman helal olan yiyeceklerden ve helal kazançla edinilen yiyecekten yemek, aşırıya kaçmadan ihtiyacı kadar, yemek adabına uygun yerse yani Rabbimizin rızasına uyarak yerse şüphesiz sağlık açısından da en efdal olanı budur. Şimdi dinimiz ne kadar yememiz (yemek miktarı) hakkında ne diyor ve bunun tıbbi faydalarına değinirken diğer taraftan modern tıbbın tökezlediği birkaç konuya değineceğiz, inşallah.
Mikdam b. Ma’dikerib –radıyallahu anh-’dan merfû olarak rivayet edildiğine göre; «Âdemoğlu midesinden daha şerli bir kap doldurmamıştır. Âdemoğluna belini doğrultacağı kadar birkaç lokma yeterlidir. Eğer daha fazla yemek istiyorsa, (midesini üçe ayırsın), üçte biri yemeği, üçte biri suyu, üçte biri de nefesi içindir. (Tirmizi).
Aynı şekilde dinimizde yeme adaplarından bir tanesi de lokmanın iyice çiğnendikten sonra yutulmasıdır. Bu telkinlerden şunu anladık; Az Yemek ve lokmanın iyice çiğnenmesi…Rabbimizin bize vermiş olduğu reçeteyi modern tıbba göre biraz detaylandıralım. Yemek yeme esnasında vücudumuzdan leptin, insulin gibi bazı hormonlar salgılanır bunlar tok hissetmemize vesile olur. Bir kişi lokmayı çiğnemeye ne kadar zaman harcarsa az yemesine rağmen zamanla salgılanan hormonlardan dolayı tokluk hissine kavuşur ve erken doyar. Hepimiz kendi hayatımızda bunun farkına varmışızdır, sofradan tokluk hissi oluşmadan önce kalkınca belirli bir süre sonra tokluk hissi gelmeye başlar.
Bunun sebebi salgılanan hormonlardandır, lokmasını iyice çiğnemeye özen göstermeyen az zamanda çok lokma tüketir, aşırı ve uygunsuz beslenmiş olur. Klasik olan çok yersen kişi tembelleşir, düşünce kapasitesi azalır gibi konulara girmeyeceğim.
Modern tıp der ki; lokma iyice çiğnendikçe gerek tükürük bezlerinden gerekse de mide ve bağırsaktan salgılanan sindirim enzimleri (besini yapıtaşlarına parçalamaya yarar) daha geniş yüzeye etki eder. Bu yüzden besinin sindirimi kolaylaşır dolayısıyla mideden salgılanan besini parçalamaya yardımcı olan mide asidi miktarı azalır. Bunun sonucunda yemek sonrası hazımsızlık şikâyetimiz, bulantı şikâyetimiz, mide yanması (reflü) veya mide ülseri eğer ilerlerse mide kanaması ve mide kanserine karşı yakalanma ihtimalimiz dramatik şekilde düşer. Böylelikle modern tıbbın reçete ettiği mide koruyucu ve proton pompa inhibitörleri (PPI) dediğimiz midedeki asidi azaltmak için yazılan ilaçları kullanmamıza gerek kalmaz. Yapmamız gereken bu konuda da sadece İslam’a teslim olmak.
Peki modern tıbbın bu konuda reçete ettiği ilaçlar, sizler de bilirsiniz ki bir tarafı onarırken diğer taraflara zarar verirler. Mesela birçok ülkede domperidon ya da ranitidin içerikli mide ilaçları gerek kalp üzerine ritim bozukluğu yapması gerekse de kanserojen (kanser yapma ihtimalini arttıran) olduğu saptandığından dolayı toplatıldı. Uzun süre piyasada olup insanlara rahatlıkla yazılan ve uygulanan bu ilaçlar, sağlık profesyonellerine, ‘yapılan çalışmalar sonucu bu ilaçlar güvenlidir’ diye anlatıldı. Sağlık işiyle meşgul olanların da bunları diğer insanlara rahatlıkla tedavi amaçlı reçete etmelerine vesile oldular. Bu ilaçlar uzun süre piyasada olup, insanlara uygulanması ve sonrasında yapılan çalışmalar sonucu bu ilaçlar aslında zararlıymış denilip piyasadan çekilmesi!! İnsan biraz tefekkür edince ,bu işte büyük bir sıkıntının olduğunun farkına varır. Şu şu vs. ilaçlar gebelik kategorisi B dir deyip yani gebelere ihtiyaç halinde rahatlıkla kullanabilirsiniz diye sağlıkçılara anlatılıp uzun bir süre insanlara, gebelere uygulanan bu ilaçların aslında kanserojen (kanser olma ihtimalini artıran) olduğunu
(içerisinde yeterli düzeyde NMDA olması nedeniyle) ve bu yüzden piyasadan çekildiklerini görünce modern tıbba olan güveni derinden sarsılıyor. O yüzden kişinin elinden geldiği kadar doğal yollarla şifaya vesile araması en efdal olanıdır, lüzum halinde mecbur kalınan durumlarda tabi ki ilaçlar kullanılabilir yalnız şunu unutmamak lazım ilaçların, bir tarafı onarırken diğer taraflara zarar verdiğinin farkında olunması ve her an yeni bir araştırma yapılıp bu ilaç aslında insanlar için zararlıymış denilip toplatılabilme ihtimalinin farkında olunması gerekir. Çünkü modern tıp sürekli bir değişim halindedir. İzlediğimiz metot ne kadar az ilaç o kadar sağlıklı yaşam.
Peki hadise sarılan, Rabbimizin bize sunmuş olduğu reçeteye sarılan ise ne bahsettiğimiz bu hastalıklara yakalanacak ne de yan etkileri olan ilaçları kullanmak zorunda kalacak. Yukarıda bahsetmiş olduğumuz hadiste;
‘Ademoğlunun belini doğrultan birkaç lokma yeter, eğer nefsi galebe çalarsa midenin üçte biri kadar yemek…’ demişti peygamberimiz (sav).
Peki bu konuda Rasulullah’a (sav) uymazsak bu konuda üçte birden daha fazla yersek ya da deyim yerindeyse tıka basa yersek fizyolojik olarak ne olur? Vücuda giren fazla besin, vücudun yaktığından fazlası vücutta depolanır. Daha çok bel çevresinde ve iç organların çevresinde yağlanmayı arttırır, kişinin obezite riskini arttırır. İç organların rahat çalışmasına engel olur buna mukabil farklı hastalıklara sebebiyet verebilir. Özellikle Batı ülkelerinde gündem olan az az ve sık sık yeme konusu veyahut aşırı miktarda yemek insülin direncine neden olur. Bu kişilerde açlık kan şekeri seviyesi yükselir. Bu kişiler şeker hastalığına (DM) aday olan kişiler olurlar.
Modern tıbbın literatürüne yeni giren bir kavram olan Metabolik Sendroma yol açabilir. Bu kişilerde kanda kolesterol yüksekliği, başta karaciğer olmak üzere iç organ yağlanması, Tip 2 diabet, kolesterol yüksekliğine bağlı damar hastalıkları ,aterosklerotik kalp hastalığı uzun vadede kalp krizi, felçlik (inme) vb. gibi hastalıklara yakalanma ihtimali ciddi bir şekilde artar. Nefsine uyup aşırı miktarda yemek tüketenlerin, yukarıda bahsettiğimiz ve çok detaya girmemek için bahsetmediğimiz tedavisi olmayan kişiyi süründüren hastalıklara yakalanma ihtimali ciddi şekilde artar. Peygamberimize (sav) yemek konusunda da uyanların yukarıdaki hastalıklara yakalanma ihtimali ciddi şekilde düşer, kaldı ki insanı bir türlü iyileştirmeyen sürekli kullanım gerektiren ilaçları da kullanmayacağından bunların yan etkilerinden de korunmuş olur.
Modern tıp yukarıda bahsettiğimiz kronik hastalıkların tedavisini bulamamış mı yoksa bahsettiğimiz üst akıl!! bulunmasını mı istemiyor bunlar hep tartışılacak konular, neden ekini(besinleri bozuyorlar), neden besinleri koruma adı altında kanserojen maddeler besinlerin içerisine konuluyor? neden genetiği değiştirilmiş (GDO) lu gıdalar oluşturulmuş, neden çekirdeksiz üzüm gibi genetiğiyle oynanan besinler, insanların sağlığı için daha sağlıklı gibi lanse ediliyor? Sanki bu düzen insanları her alanda kendilerine muhtaç kılmaya çalıştığı gibi sağlık alanında da kendilerine muhtaç olmaları için uğraş veriyor görünüyor. Müslümanların bunları iyice tefekkür etmesi gerekir. Besinlerle alakalı konumuza ilerleyen yazılarımızda devam edeceğiz inşallah.
Bir de teferruatlı anlatmayı düşündüğüm bir o kadar da anlatmaktan çekindiğim (kişinin artık sevap için değil sağlık için yönelmesinden çekindiğim) peygamberimiz (sav) ;
Oruç tutunuz sıhhat bulunuz. (Taberani) hadisinde geçen orucun mucizevi bir şekilde, bahsettiğimiz kronik hastalıklardan nasıl koruduğuna değineceğim, inşallah.
Dikkat edilmesi gereken koruyucu hekimlik konularından diğerleri de İslam’ın özellikle vurgu yapıp insanları temiz olmaya yönlendirdiği, kişinin beden temizliğine dikkat etmesi, Günlük hayatta aktif olup hareket halinde olması ve bulaşıcı hastalıklara karşı dikkat etmesidir. Bunlar sağlığımızı devam ettirebilmek için önemli olan hususlardan diğerleridir. Burada değinmek istediğim hem sağlığımızı korumak için hem de imanı arttıran diğer mesele; bulaşıcı hastalıklardan korunma yolları hakkında 1400 yıl önce söylenen bir hadisin bilime nasıl ışık tuttuğu meselesidir.
Peygamberimiz(sav) : ‘Bir yerde veba olduğunu işittiğinizde oraya girmeyiniz. Bir yerde veba ortaya çıkar, siz de orada bulunursanız, hastalıktan kaçarak oradan dışarı çıkmayınız!’(Buhari). Aslında bu hadiste kişinin koruyucu hekimlik yapıp, kendisinin veya toplumun sağlığını riske atmamasından , bulaşıcı hastalıkların yayılmaması için alınması gereken bir önlemden bahsediyor. Şimdi bilimin ışığında bu hadisi ele alalım. Eğer bakteri veya virüsü sizi hasta yapabilecek miktarda dışarıdan almışsanız, mikrobu vücuda aldığınız gibi hastalık belirtileri (semptomları) ortaya çıkmaz ve siz kendinizi hemen kötü(hasta) hissetmezsiniz.
O mikrobun sizin bedeninizde ilgili yere taşınıp, orada yeteri kadar çoğaldıktan sonra dolaşım sistemine gerek onun salgıları gerekse de sizin bağışıklık sisteminizin ona vermiş olduğu tepkiye bağlı olarak kişi kendini hasta hissetmeye başlar ve hastalığı bulaştırma dönemi başlar, buraya kadar olan sessiz döneme inkübasyon peryodu denir. Şimdi hadisi ele alalım; Bir yerde veba hastalığı olduğunda oraya girmeyiniz kısmını herkes anlayabilir yalnız hastalıktan kaçarak oradan ayrılmayınız kısmına dikkat edip bu kısmı biraz açalım. Öncelikle hastalıktan kim kaçar? Hasta olmayan değil mi? Hadise baktığımızda veba hastalığı olan bir bölgede hasta olmayanın, orayı terk etmesine izin verilmemiş neden? Modern tıp hastalıkların inkübasyon peryodundan(kuluçka süresinden) bahseder. Kişinin vücuduna kendisinde hastalık yapabilecek miktarda veba mikrobu olan Yersinia pestis mikrobu geçişi olmuşsa, Sünnetullaha göre veba mikrobu için inkübasyon peryodu 2-8 gün arasında değişir. Yani bu mikrobu hastalık yapabilecek düzeyde aldığın gibi hastalık belirtileri (semptomları) başlamaz, kişi kendini bu süreçte sanki hasta değilmiş gibi, iyi hisseder. Böyle birini düşünün; veba mikrobunu yeterli düzeyde almış ve 2 ile 8 gün arasında sünnetullaha göre hastalığı başlayacak ve şuanda hiçbir hastalık belirtisi yok, kendini sağlıklı hisseden birini düşünelim. Bu kişi ben hasta değilim deyip ,veba hastalığının yayılmış olduğu ortamı terk edip sözde kendini korumak için veba olmayan başka bir yere gittiğini düşünelim ve bu kişide birkaç gün içerisinde veba hastalığı ve bulaştırıcılığı başlayacak ve sonrasında veba hastalığı olmayan o topluluğa bu hastalığı bilinçsizce yayacak. Bir taraftan ; modern tıp ilminin inkübasyon peryodu hakkındaki söylemlerine bakalım diğer taraftan 1400 yıl öncesinde bilimin bunu aydınlatmadığı ve belki o dönemde ve sonrasında bu hadisi anlayamayanları düşünelim. Ve her zamanki gibi bazılarının çıkıp da bu hadiste hasta olmayanlara zulüm yapılmıyor mu diyerek islam’ı eleştirenleri düşünelim.
Subhanallah! Şimdi her meselede olduğu gibi sağlık alanında da biraz tefekkür edince imanınız arttı değil mi? Müslümanın imanının artmaması düşünülebilir mi? Tıp hadisle veya Bilim hadisle çelişirse , o ilim dalının halen ilerlemesi ve gelişmesi gerekir.
Koruyucu hekimlik sağlıklı kalmada en önemli ve en basit yöntem olduğundan bu konuya ilerleyen yazılarımızda devam edeceğiz inşallah.
Asrı Saadet Dergisi 1. Sayı 2024
Kalakut